Kent mekanı yeniden yaratılmalı
Geleneksel kent mekanının yitirilişi
Tüm dünyada olduğu gibi bizde de kent mekanı modern kent planlama etkisi ile geleneksel özelliklerini yitirmiştir. Geleneksel kentler en önemli özelliklerini; meydanlarını, sokaklarını, konutlarını yitirmeye başlamışlar ve özellik değiştirmişlerdir. Bu değişimin nedenleri endüstri devriminin beraberinde getirdiği yeniliklere dayandırılabilir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta yeniliklerin nasıl olumsuz kullanıldığıdır. Endüstrileşme ile artan buluşlar, teknolojinin gelişmesi, yeni yapı malzemelerinin bulunması olumlu gelişmelerdir. Alışılagelmiş kent planlama ve mimari tasarım kalıpları endüstrileşmenin insanlığa kazandırdığı yeniliklerin kullanımı ile zorlanmıştır. Modern kent planlama ilkeleri kentin geçmişine ait izleri gözardı etmiş, ortaya sadece teknolojik yapılabilirliği sergileyen kentsel ve mimari ürünler çıkmıştır. Modern kentlerin geleneksel kent yaşamını ve insan alışkanlıklarını hiçe sayan bu tavrı, kentte yaşayanların çevrelerine yabancılaşmasına neden olmuştur. Bu yabancılaşma dayanılmaz boyutlara eriştiğinde, bu tür çevreler dinamitlenmek pahasına ortadan kaldırılmıştır. Örnek olarak ABD’deki Pruitt-lgoe yüksek katlı konutları ve Baltimore’da ‘projeler’ denen yüksek katlı konutlar sayılabilmektedir.
Modernizme tepki ile ortaya çıkan tarihselci eğilimler, kentleri kaybedilen özelliklerine kavuşturmayı amaçlamış; geleneksel kent dokusu ve mimari tipolojilerin canlandırılması, insan ölçeğine uygun tasarım gibi kavramlar gündeme gelmiştir. Batıdaki eğilimlerle paralellik içinde olan biz ve diğer Üçüncü Dünya ülkelerinde izlenen gelişimin Batıdan farklılaşan yanı, endüstrileşme ile kırsal alanlardan kentlere göçün artması ve buna bağlı olarak gelen sorunlardır. Büyük kentlerde göçün yarattığı artan nüfusun kentlerde barındırılamaması, kent hizmetlerinin yetersiz kalması, yeni kentleşmeye çalışan nüfusun kent çevrelerinde alt ve üst yapı eksiklikleriyle gecekondu yerleşmeleri oluşturmalarına neden olmuştur. Gecekondu yerleşmeleri zaman içinde yoğunluğu daha da arttırmak amacıyla apartmanlaşmaya uğramıştır. Bu tür gelişigüzel büyüme yetersiz olan alt yapıyı daha da işlemez duruma sokmuş; ortaya çıkan apartmanlaşmış bölgeler oluştuğu andan itibaren sağlıksız bölgeler olmuşlardır.
Türkiye ve diğer Üçüncü Dünya ülkelerinde hızla artan nüfusla birlikte gelen ulaşım araçları artışı ve bunun sonucu olarak yol yapımı nedenleriyle geleneksel kent dokuları zarar görmüşlerdir. İstanbul’da Haliç kıyılarında yol yapımı, Tarlabaşı Caddesi’nin genişletilmesi sırasında 1980 lerde gerçekleştirilen geleneksel dokuların ortadan kaldırılış çalışmaları bunun iyi örnekleridir. Benzer yıkımları gelişmiş ülkeler de geçirmiş ve geçirmektedirler. Korunacak değerde yapıların yerlerini hızlı servis restoranlara bırakmaları ‘tarihin hamburgere yenilgisi’ olarak alınmış ve bu yenilginin hikayesi çeşitli kitaplarda gözler önüne serilmiştir. Kent merkezlerinin daha yüksek binalar, daha fazla ‘para’ uğruna eski dokuyu hiçe sayarak gelişimi, ulaşım ağlarının kenti parçalaması bu bozulmanın diğer örnekleridir.
Günümüzün bir gerçeği; geleneksel kent mekanlarının sadece izole olmuş küçük adacıklar şeklinde varlığını sürdürmesidir. Çok az örnek kent ölçeğinde geleneksel bütünlük içindedir. İnsanların yaşadıkları kentlere yabancılaşmaması, tersine onla bütünleşebilmesi için kentsel ve mimari ölçekte, o kentin tarihine ait izler sürdürülmeli, yeni kent planları ve mimari tasarımlarda kentin geçmişinden ve kültüründen kaynaklanan elemanlarla çözüm aranmalıdır. Bu arayışta yeni teknoloji ve malzemelere tabii ki yer olmalı, ancak kültürel kesintiye izin verilmemelidir.
Tarihselci yaklaşım: Kent okuma çalışmaları
Kentin geleneksel elemanları çok genel bir şekilde meydanlar, sokaklar ve yapılar olarak gruplandırılabilmekte, yapılar kendi içinde anıtsal olan ve olmayan diye iki ana başlıkta ele alınabilmektedir. Kökeni, 18. yüzyıl sonunda teorisyen Ouatremere de Ouincy’nin gerçekleştirdiği kent okuma ve tipoloiik sınıflandırma yöntemlerine dayanan yaklaşımın Batıdaki aynı dönem izleyicilerinin en önemli isimlerinden bir diğeri Fransız mimarlık kuramcısı J.N.L. Durand olmuştur. Quincy ve Durand’ın temellerini attığı kent okuma yöntemleri yardımı ile kentin tarihine ait elemanlar tipolojik olarak sınıflandırılabilmekte ve kentin gelişiminin kültürel sürekliliği kopmadan olması gerçekleşebilmektedir. 1960 sonrasında geleneksel kent okuma yöntemlerine öncülük eden kişiler olarak Aldo Rossi, Leon ve Rob Krier kardeşler sayılabilir. Bizde mimaride sınıflandırma çalışmalarının öncülüğünü Türk evleri plan şemalarını inceleyen, yayın ve seminerlerle konunun önemini vurgulayan Sedad Eldem yapmıştır.
Kent elemanlarından: Geleneksel konut
Türkiye’de kısıtlı sayıda örnek dışında, geleneksel dokunun bütünüyle yitirilmiş olması nedeniyle kent okuma çalışmaları tarihsel belgelere ve yapı ölçeğinde örneklere bakılarak gerçekleştirilebilmektedir. Anıtsal ölçekte yapıların bulunduğu anıtsal meydanlar bir yana bırakılacak olursa, meydan ve sokak ölçeğinde çok az sayıda örneğin hayatta olması, araştırmaları sağlıksızlaştırmaktadır. Örnekleri günümüze kadar uzanan Türk evi farklı tiplerinin oluşumu doğa ve malzeme etkenlerine, politik ve tarihi nedenlere dayanır. Türk evi için en karakteristik bölge İstanbul, Edirne ve Marmara bölgesidir ve kökenleri Osmanlı döneminde Anadolu’ya dayanıp Anadolu’da zamanla gelişmiş ve çeşitli dış şartların etkisiyle Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde Avrupa’nın çeşitli bölgelerine yayılmıştır. Bölgesel karakterler göstermekle birlikte geleneksel ev tipolojisinin bağlayıcı elemanı ‘esas kat’ planıdır. Esas katın elemanları olan odalar, sofalar, geçit ve merdivenler bu sınıflandırmanın çıkış noktası olmuştur. Bu sınıflandırmada etkili olan diğer nedenler, odaların sayı ve şekilleri, yönelişleri, sofanın şeklidir. Bu sınıflandırmaya göre Türk evleri dört grupta; sofasız, dış sofalı, iç sofalı, orta sofalı olarak toplanmaktadır. Ayrıca bu dört tipin tekrar ve birleşmesinden oluşan plan kompozisyonları da vardır.
Geleneksel konutun değişimi: Sıraevler
19. yüzyıl İstanbul’unda Batılılaşma hareketleriyle birlikte gelen yaşam şekli değişikliği ve artan kent içi nüfusunun barındırılması gereksinimi, geleneksel konutun yeni yaşam koşullarını barındıracak ve kent içi yapı yoğunluğuna cevap verecek sıraev tipine dönüşümüne neden olmuştur. Bu değişim İmparatorluğun başkenti oluşu ve Batı ile ilişkileri nedeniyle İstanbul da öncelikle etkili olmuştur. Sıraevin geleneksel evden ayrılan önemli bir farkı, geleneksel planın merkezi ve içe dönük şemasının bozulup yerine manzaraya yönelmiş plan şemasının gelmesidir. İstanbul sıraevlerinin tipolojik çözümleme çalışmalarına dayandırılarak belirgin özellikleri ortaya dökülebilmektedir. Bunlar arasında, azınlıklara ait sıraevlerin iki kat yüksekliğindeki giriş bölümü ile Batı tüccar evi arasında kurulan benzerlikler; müslüman bölgelerde görülen 2 ve 2.5 katlı tiplerin Türk evi özellikleri ile ilişkileri; müslüman olmayan bölgelerin 3 ve 3.5 katlı tiplerinin iskan alanı darlığına dayanarak ortaya çıkmış olması; geleneksel Türk evinde görülen alt-üst kat farklılaşmasının müslüman yoğun bölgelerdeki sıraevlerde üst katın çıkma ile alt katlardan farklılaşması, ön-arka cephe farklılaşması görülmemesi; müslüman olmayan bölgelerdeki sıraevlerde izlenen alt-üst kat ve ön-arka cephe farklılaşmasının ‘prestij’ sağlama nedenine dayandırıldığı; etnik bölge farklılaşmasının getirdiği diğer farkların cephe malzeme ve bezemelerinde gözlenebildiği sıralanabilmektedir.
Plan kurgusu açısından İstanbul sıraevi beş farklı tipte toplanabilmekte, bu farklılaşmayı belirleyen en önemli etken evin boyutu olmaktadır. Geleneksel eve göre sıraevde ‘ortak alan’ yerini ‘geçit/merdiven’ e bırakmıştır. Diğer önemli bir farklılaşma, sokaktan doğrudan ön odaya girilmesidir. Bazı durumlarda ön oda yanındaki bir hole girilerek, ön oda daraltılmış ya da sıraev cephesi genişletilmiştir.
Geleneksel konutun yitirilmesi: Bugün
19. yüzyıl İstanbul’unda sıraevlerde müslüman olan ve olmayanların yaşadıkları bölgelerde izlenen farklılıklar yüzyıl sonuna doğru kentin yayılarak bütünleşmesi sonucu ortadan kalkmaya başlamıştır. 20. yüzyıla ve Cumhuriyet dönemine girildiğinde, en fazla ekonomik çıkarı sahibine sağlaması nedeniyle apartmanlaşmaya geçilmesi ile, geleneksel tiplerin son temsilcilerinden olan sıraev de yitirilmiştir. İstanbul örneğinde yaşanan bu değişim, Türkiye’nin diğer kentlerinde ve İslam dünyasının diğer yörelerinde de benzerdir. Yitirilen sadece sıraev tipi, geleneksel konuttan oluşan bir dizi, bir sokak, meydan, Haliç’in kıyıları değil, bir yaşam şeklidir. Kentlerimizin çok büyük bir oranının ‘apartman tarlası’ na dönüşmüş durumda olduğu düşünülürse durum ümitsizdir. Yani, plansız ve projesiz gelişmiş apartman semtleri, mimari kent mekanı ve proje bazında – yıkıp yeniden yapılamayacağı için – iyileştirilemeyeceğine göre, yüzde olarak azınlık olan belirli korunmuş bölgeler ve bundan sonraki gelişme bölgeleri için öneride bulunmak, kağıt üzerinde resimli roman yazmak demektir. Yine de bu bilinçle, bu çerçevede yapılabilecek öneri, yitirilen geleneksel kent ve konut tipolojilerinin – meydanlar, sokaklar, konutlar – günümüz teknolojisi, malzemesi ve kendimizin karar vereceği yaşam şekli doğrultusunda yeniden canlandırılmasıdır. Bu uzun süreçte kentlerimiz, meydanlarımız, sokak ve evlerimiz kaybedilen özelliklere kavuşacaklardır.
Kaynak: Soygeniş, M., “Kent mekanı yeniden yaratılmalı”, Soygeniş, S.M. Yapılar ve Projeler 1982-1997 (S.Altınok, Ed.), Birsen Yayınevi, İstanbul, 1997, s. 175-178.