İstanbul sokakları canlandırılmalı
Hafta sonları sabah erkenden Eminönü, Mahmutpaşa, Süleymaniye gibi İstanbul’un çeşitli semtlerine gitmek benim için en büyük zevklerden, dinlenmek için yapılan aktivitelerden oldu. Batı dünyasında ‘neighborhood roll’ Türkçe’de semt gezisi denen durum. Benim ‘roll’ ar da bazen hava almak, etrafı görmek gibi naçizane bir amaca hizmet, son üç senedir de daha düzenli olarak ve bir ekip şeklinde, araştırma amacını taşıdı. (1) Sabah, günün ağardığı ilk saatleri seçmek, kalabalıklaşmadan, dikkat mekandan insana ve aktiviteye kaymadan etrafı daha kolay gözlemlemek içindi. Hızla, tenha bir ortamda başlayan gezi, günün ilk ışıkları ile hareketlenen sokak yaşantısının akışına uyarak yer yer yavaşladı, durdu, devam etti ya da sohbete dönüştü, soru cevaplarla süslendi. Güneş doğduğunda, henüz serinlikte kentin dış mekanları daha kolay çizime döküldü, fotoğraflandı. Balat’ta bir fırından günün ilk taze ekmek, poğaça ve açma kokuları sokağa yayıldığında, havayı teneffüs edip, ciğerlerinizi havaya karışmış nefis kokularla dolduran sokaktaki az sayıdaki şanslı kişilerden olmak bir ayrıcalık oldu hep. Daha sonra fırının yanındaki çayevinin açık pencerelerinden dışarı taşan, içerde oturup gazete okuyan birkaç kişinin sohbetleri, gazete hışırtıları, çay bardağındaki kaşık sesleri. Onun yanında, karşıda, ara sokakta açılan kepenklerden çıkan -hafif endüstriyel bir bölgeye özgü olabilecek türde- metal sesleri, dükkanın önünü süpüren esnafın sert süpürgesinin arnavut kaldırımı yolla temasından oluşan sürtünme sesleri. Derken ortalıkla birdenbire beliren insanlar, ayak sesleri, konuşmalar, uzaktan ve yakından geçen çeşitli araçların gürültüleri, telaşa dönüşen koşuşturmalar, bağrışmalar… Sarayburnu’nda bunlara eklenen vapur düdükleri, Eminönü’nde sabah kurulan pazarda ipleri, tenteleri geren esnafın ciddi bakıştarı ve ara sıra sakalaşmaları, hepsi bulundukları kent mekanlarına hayat veren girdiler.
Birçok Batı kentinde yönetimler downtown’ları canlandırmak için çeşitli projeler üretiyor, uyguluyorlar. Buffalo’da, Boston’da, Baltimore’da, Washington’da ve birçok yerde kent merkezi canlandırma uygulamalannı görüyoruz. İnsanlar kaçmasın, sokaklar, oyun alanları, kent merkezi yaşasın, önemini yitirmesin diye. Gündüz ve gece birçok alanda gösteriler, festivaller düzenleniyor, sokak kültürü tutulmaya çalışılıyor.
İstanbul, İstanbul değilken, Bizans’ken varmış dış mekanların kullanımı, yaşantısı. Hala devam ediyor. Satıcılar… Şerbet, macun satıcıları, hallaçlar, kalaycılar, bozacı, simitçi, köfte-ekmek satıcıları, sokaklara taşan çayevleri, nargile, börekçi. Hepsi de canlı canlı satıcı, makine değil, ‘vending’ değil! Oyun alanı, buluşma alanı… Gezi rotalarının çoğunda, evler, apartmanlar arasında bir çocuk oyun alanı ya da semt parkı vardır. Ya da genişlemiş bir yol kesişme alanı. Bitişik nizamda dizi arasında bir boşluk. Deniz kıyısında bir park. Sur ve hisarın dibinde bir alan. İskele meydanı. Çeşmebaşı, Dikilitaş. Ya da Fener’de evden eve gerilen iplere çamaşır asılırken başlayan pencere sohbetleri. Etnik farklılıklar… Camiler, kiliseler, sinagoglar ve yakın çevrelerinde, eskiden daha belirgin olarak üslupsal farklılıkları görülen yapılar, konutlar. Ayasofya ve Sultanahmet Camii karşı karşıya, Fener’de Patrikhane ve çok yakınında Ali Yazıcı Camii. Samatya’da Analipsis Rum Ortodoks Kilisesi, Balat’ta Ermeni Kilisesi ve Yanbol Sinagogu, Vefa’da, Zeyrek’te, Küçük Ayasofya’da kiliseler, camiler… Yakın çevrelerinde ahşap, kagir konutlar, okullar. Ait olduğu camianın belirlediği mimari özellikleri yansıtacak şekilde yanyana varlar. Ama artık bir de 1950’ler sonrasının apartmanları var her yerde, her boşlukta. Ölçeği, malzeme kullanımı, oranları ve mimari diliyle itici ve kentlerimizin çoğunu, sadece İstanbul’u değil, ‘beton yığını’ diye bilinen niteliksiz yapılaşmaya boğan. Onlar da ayrı bir camianın, rant canavarının eserleri. Sokaklar, binalar.. Tepeler üzerinde konumlanan İstanbul’un sokakları merdivenli, düz, tepe üsterinden manzarayı gören konumda. Yapıların arasında Haliç’e bakan Fener sokakları gibi. Tevkii Cafer Mektebi Sokak’tan algılanan manzara gibi. Bir de sokaktan girilen, ya da binadan çıkılan sokaklar var, sokakla binanın bütünleştiği alanlar. Kapalıçarşı’nın kapılarının yakın çevresinde, Mısır Çarşısı’nda, Kurukahveci Han, Vezir Han, Sabuncu Han, Yarım Han, Abud Efendi Han, Ekberiye Han, Çinili Han, Dördüncü Vakıf Han’da sokaktan yapıya girdiğinizi ya da yapıdan sokağa çıktığınızı adeta hissetmezsiniz. Sokakta çevrenizi saran dükkanlar, tezgahlar yapı içlerine, avlusuna sizi çeker, dolaştırır ve tekrar sokağa bırakır. Kentin sokak binaları, bina sokakları bunlar. Hem varlar, hem yoklar gibi, iç içe geçmişler.
Hava karardığında günün yorgunluğunu üzerinden atmak için birçok mekan dinlenmeye çekilir. Eminönü yavaşlar, sokaklarda, hanlarda, Mahmutpaşa’da kimse kalmaz. Kapanan ke-penkler, han kapıları, dükkanlar, yollardan toplanan tezgahlar kentin mekansal kullanımının o gecelik bittiğinin işaretleridir. Bazı yerlerde hayat hiç değişmez, nüfus azalmaz, aksine artar. Her film karesi, her semt, farklı zamanlar, farklı özellikler sergiler İstanbul’da. Yine de bu karelerin benzeyenleri biraraya getirilip, uzun bir tarihe sahne olmuş bu kentte, tüm kente ait tarihsel, sosyal, ekonomik, fiziksel ve kültürel yapı okunabilir. Tarihi yarımada, Haliç ve Marmara kıyılarında Bizans’tan Osmanlı’ya ve günümüze uzanan farklı kültürel katmanlar varoldu ve eser verdiler. Kentsel anıt niteliğindeki surlar, dini yapılar, su kemerleri, dikilitaşlar, çeşmelerin yakın çevrelerinde oluşmuş kent mekânları; yol, sokak örüntüleri, topografya ile ilişkileri; bina-kent mekanı ilişkileri; araştırılan alanların kent dokusunun özelliklerini oluşturan elemanlardandır. Bu özellikler arasında tarihi yarımada, Haliç ve Marmara kıyılarında deniz ile ilişkili alanların mekansal özelliklerinin yol yapımı, yıkım ve dolgu alanlar nedenleriyle zedelendiği, geleneksel anlamdaki konut-bahçe-sokak ilişkisini gösteren alanların var olduğu ancak tip olacak kadar tekrar etmediği sayılabilmektedir. Benzer özellikler sergileyen kent mekânlarının oluşturduğu tablolar İstanbul’un burada sunulan bölgesinin özelliklerini ortaya koymaktadır. Gelişigüzel yanyana gelen bu kentsel alanlar, kentte varolan mozaiği ortaya dökerler. Tüm kentsel müdahalelerde bu mozaiğin taşlarından olan gündelik hayat, kentsel mekanlara yöneltilen fiziksel iyileştirme planları kapsamında canlı tutulmalıdır. En azından, günün birinde İstanbul’da da makinalar insanı yenene kadar.
(1) Söz konusu araştırma YTÜ Mimarlık Fakültesi’nde, M. Soygeniş tarafından 1997-2000 yılları arasında yürütüldü.
Kaynak: Soygeniş, M., “İstanbul sokakları canlandırılmalı”, Radikal İki, Sayı 192, s.13, 11 Haziran 2000.