Mimarlık ve eğitim üzerine düşünceler
“Mimarlığı benim için çekici yapan nedir?” diye sorulduğunda aklıma neler geliyor? Ben mimarlığı dinamikliğiyle seviyorum diyebilirim. Her ne kadar insanoğlu yüzyıllardır kalıcı yapılar yapmak için çabalamış olsa da mimarlık içinde canlılık ve değişimi barındırıyor. Bu nedenle mimarlık nedir düşüncesi her zaman farklı boyutlarıyla tartışılabilir oluyor. Mimarlık eğitimi de buna bağlı olarak yeniden değerlendirilmeyi gerektiriyor.
Mimarlık tarihi incelendiğinde mimarlıkta çeşitli kırılma noktaları yaşanır ve bunlar toplumlarda da önemli değişimlerin yaşandığı zamanlarla örtüşür. Mimarlık tarihi ve kuram derslerinden hatırlanacağı gibi Vitruvius mimarlığı firmitas utilitas venustas yani sağlamlık, gereklilik ve güzellik olarak tanımlanmaktaydı. Bu tanım Aydınlanma Dönemi ve Endüstri Devrimi ile toplumsal boyutta yaşanan değişimlerle paralel olarak sorgulanmaya başlamış ve mimarlık anlayışında da değişimleri ortaya çıkarmıştır. Mimarın meslek adamı olarak rolünde değişiklikler yaşandığı gibi yapı tiplerinde, yapı malzeme ve teknolojisinde değişimler yapılı çevrede kendini hissettirmiştir. Sanatçı ve zanaatkar olan mimar, mimar ve mühendis olarak ve gittikçe artan uzmanlaşma ile yapı eylemini paylaşır duruma gelmiştir. Biçimin, düzen ilkelerinin belirgin olduğu mimarlığa rasyonel düşünce ile birlikte işlev, işlevin gereklilikleri, malzeme ve strüktürde doğruluk düşünceleri egemen olmuştur.
Modern mimarlık, işlevin formu şekillendirdiği, mekanik düşüncenin etkisindeki dünya görüşünün mimariye yansıdığı bir dünya ortaya çıkarmıştır. Makine metaforu bağlamında geliştirilen estetik anlayışı, Öklid geometrisinin sınırları içinde platonik formların bir araya geldiği mimarlık ürünleri kentlere egemen olmuştur. Mekan kavramı bu yüzyıl içinde ‘raum plan’dan, mekan sınırlarının düzlemlerle belirlendiği birbirine akan mekanlar, mekanın insan hareketleriyle algılandığı mekan anlayışı, farklı işlev ve gereksinimlere cevap verebilen ‘üniversal mekan’, servis ve servis edilen mekanlar olarak çeşitlenmiştir.
Mimarlıkta hakim olan bu düşünceler çeşitli yorum farklarıyla hala günümüzde de devam etmektedir. Endüstri devrimi sonrası mimarlıkta yaşanan bu kırılma ve değişim günümüzde dünyaya egemen olan iletişim çağı ile yeni bir kırılma noktasına yaklaşmaktadır. Dijital ve bilgi çağı olarak tanımlayabileceğimiz bu dönem mimarlık anlayışında, mimarın meslek içindeki rolüne, yapım teknolojisinde değişimleri yeniden gündeme getirmiştir. Charles Jencks, Pruitt Igoe konutlarının yıktırılması tarihini modern mimarlığın ölüm tarihi olarak belirler. Ona göre ‘işlev formu izler’ sloganı ile bireyi ve yeri göz ardı eden, bölgeleme kavramı ile kenti işlevlere göre gruplayan, yerelliğin kaybolduğu bir mimarlık değişen dünya ile farklılaşacaktır.
Bugün mimarlık nereye gidiyor? İçinde bulunduğumuz 21.yüzyılda mimarlık konteksti içinde değerlendirildiğinde, farklı paradigmaların varlığı gözlemlenecektir. Tarihsellik anlayışı içinde eski formların veya eski geleneklerin mimariye yansıması, mimarlık ve anlam, mimarlık ve tektonik, mimarlık ve doğa, mimarlıkta ‘yer’in önemi, bağlamsallık, politik ve etik kaygıların ön plana çıktığı mimarlık kavramları post modern döneme damgasını vurmuştur. Modernizmi sorgulayan bu dönem mimarlığı içinde en önemli etkileşim bilgisayar teknolojisi ve onun getirdiklerinin mimarlık üzerindeki etkileridir. İletişim çağı ile mekanik düşünce sisteminden kopuş, bilgisayar teknolojisinin hayatın her noktasında egemen olması mimarlığa farklı bir açılım getirmiştir. Bugün bilgisayar kullanımı ile mimarlık dediğimizde tasarım, sunum ve yapı üretiminin bilgisayar yardımıyla gerçekleştirilmiş olmasını anlıyoruz. Mimarlığın bilimsel gelişmeler, toplumsal girdilerle şekillendiği düşünüldüğünde Öklid geometrisinden Öklidyen olmayan, topolojik geometriye kayan bir yaklaşımın ortaya çıktığını, daha önce var olan ‘modülerite’ kavramının ‘değişkenlik’ olmaya başladığını, seri üretim yerine seri kişiselleştirme kavramlarının egemen olduğu gözlenmektedir. Bilişim kapsamında topolojik, parametrik, performatif mimariden söz edilebiliyor.
Globalleşme aynılaştırmayı öngörse de, mimarlıkla ilgili konularda yerel özellikler, sorunlar güncelliğini koruyor. Yukarıda kısaca değindiğim Batı mimarlığının gelişimi ve etkileri Türkiye gibi çevre ülkelerde farklı boyutlarda yaşanmaktadır. Bu kültürel, ekonomik vb farklılıklardan doğan özgün bir durumu sergiler. Bu konuya hem yerel, hem de global ölçekte bakmak gerek. Bu konuya global ölçekte bakıldığında en önemli sorun doğal çevrenin tahribi, ekolojik dengelerin bozulması, iklim değişiklikleri, enerji kaynaklarının tükenmesi, ekonomi gibi başlıklar gündeme geliyor. Bütün bu kavramların yanında kaynakların etik kullanımı, anlam, bağlamsal özellikler, kentlerin hafızası, ‘placemaking’ gibi kavramlar önem kazanıyor. Yerel ölçekte en önemli sorunlardan birisi belki de yerele bakmamak, onu farketmemek veya yeniyi olduğu gibi sorgulamadan, içeriğini anlamadan kabul etmektir.
Mimarlık eğitimi bu anlamda dinamik bir yapıyı gerekli kılıyor. Global dünyanın getirdikleri ile yerel problemlere bakmak ve kendine özgü sorunları ortaya koyabilmek ve bunlara çözüm üretebilme çalışmaları, deneyleri yapmak eğitimin önemli görevlerinden biri olmalıdır diye düşünüyorum. Burada üzerinde durulması gerekli bir konu, mimarlığın uygulama alanında gereksinim ve sorunlarını belirleme, uygulamadaki durumun eğitime nasıl yansıyacağının irdelenmesidir.
Bu konuda birkaç farklı görüşü ele alalım. İletişim çağında zaman boyutu yok olmakta, global dünyada mimarlık alanında yapılan her şey, hemen herkese açık olarak sunulmakta bu durum yerelin büyük ölçüde göz ardı edilmesine sebep olmaktadır. Bir başka görüş yapı üretim alanında yerel kaynaklarla, gerçekleştirecek teknoloji, işgücü sınırlılığı sebebiyle sadece mevcut teknoloji ile gerçekleşebilecek mimari üretmeliyiz yönünde olabilir. Ya da bu çağın bir parçası olarak mimarlık dünyadaki değişimlere paralel olarak değişecektir, buna ayak uydurulması gereklidir denebilir.
Mimarlık alanında yaşanan süreç ve bu süreçlerdeki değişim mimarlık eğitimi içinde farklı bakış açılarını gerekli kılıyor. Burada özellikle mimari proje dersleri kapsamında bu konuyu ele almak istiyorum. Kişisel olarak mimari stüdyo derslerinin deneysel olma, yeni düşünceleri, yaklaşımları içine alan, bu dersleri belli problemlere sorun üretmenin ötesinde yapılı çevreyi sorgulayan, sorunları ortaya çıkaran, onlara öneriler üretebilen bir yaklaşım izlenmesini doğru buluyorum. Bu düşünceyi sloganlaştırırsak, yerel problemlere global bakış ve yerel öneriler ile ifade edebiliriz. Mimari stüdyo derslerinde bugün yaşanan, yukarıda bahsedilen yaklaşımların çatışması diyebiliriz. Global ölçekte bilgisayarla tasarım ve üretimin geldiği boyutun sadece biçime indirgenmesi veya bilgisayar teknolojilerinin kolayca üretebildiklerinin amaç haline gelmesi, mimarlığın bir biçim oyunu olarak değerlendirilmesi. Mimarlık biçim yaratmaya indirgenmiş oluyor bu yaklaşımla. Tasarım sırasında mimari ürünün üretim sürecinin farkında olmak ve bu sürecin bir bütün olarak vurgulanmasının önemine inanıyorum. Mimarlıkta yaratılan biçimin çeşitli malzemelerle belli bir amaç için üretilmesi, ki bu süreç ve sonucu içerir, ve yer aldığı kültürle bütünleşerek yaşayabilmesi amaçlanır; bu yaklaşım daha fazla bilgilenmeyi, daha fazla yaratıcı olmayı, daha fazla sorgulamayı ve çalışmayı gerektirir. Mimarlık bir kültürdür, bir süreçtir, yere aittir, onu yaratabilmek yaratıcı, sorgulayıcı, bilgili ve duyarlı olmayı gerektiriyor.
Kaynak: Soygeniş, M., “Mimarlık ve Eğitim Üzerine Düşünceler”, İş’te Çalışanlar, Sayı 4, s. 54-55, Ekim-Kasım-Aralık 2010.